
Urartuların, Dağların Gözyaşı Olarak Adlandırdığı Obsidyen Taşları
Doç. Dr. Berna Karagözoğlu
Volkanların asidik lavlarının hızla soğuması sonucu kristalleşemeden; silika (SiO₂) açısından zengin, camsı ve parlak bir kayaç haline dönüşen obsidyen taşı, siyah ve kahverengi tonlarında görülmekle birlikte bazen yeşilimsi veya kırmızımsı renkleriyle nadiren de olsa ışığı kırarak gökkuşağı etkisi oluşturan iridesan formlarıyla karşımıza çıkar.
Bu etkileyici taşlar tarih öncesi çağlarda kesici alet(bıçak, ok ucu gibi) yapımında kullanıldığı gibi günümüzde takı, süs eşyası ve koleksiyon unsuru olarak değerlendirilir.
Dünya çapında ABD (Oregon, Arizona), Meksika, İzlanda, Yunanistan gibi volkanik bölgelerde görülenobsidyene, ülkemizde Kapadokya bölgesi, Kars, Van ve şehrimiz Ağrı ve çevresinde rastlanılmaktadır.
Obsidyen taşının bazı kültürlerde negatif enerjiden korunma ya da Şamanik geleneklerde ruhsal farkındalık ve içsel keşif amacıyla kullanıldığına inanılır.
Çelikten üç beş kat daha keskin olan bu taş, geçmişte özellikle cerrahi bıçak üretiminde kullanılmıştır. Obsidyendenhazırlanılan bıçaklarla kesilen dokuların daha düzgün,dokunun iyileşme sürecinin daha hızlı ve iz bırakma olasılığının daha düşük olmasından ötürü uzunca bir müddet tercih edilmiştir. Günümüz araştırmacıları ve tıp tarihçileri de obsidyenden yapılan bıçakları modern cerrahiyle karşılaştırmayı amaçlayarak deneysel çalışmalar yapmaktadır.
Obdisyen taşının tarihteki yolculuğuna şöyle bir göz atalım ve sizleri milattan önceye götürelim…
Çocukluğumuzda tarih kitaplarından anımsadığımız bir devirdir Cilalı Taş Devri. Bu devrin insanı, günümüz ülke sınırları içindeki topraklarda yer alan Anadolu’daÇatalhöyük’te; Mezopotamya’ da ise Uruk kentlerinde kâhavlanmak için kâh ölülerini onunla gömmek için yanlarından ayırmamıştır. Çünkü onlara göre obsidyen taşı sıradan bir taş olma özelliğinin çok üzerindedir. Bu taş yalnızca yaşamı değil ölümü de simgelemektedir. Eski toplumlar obsidyeni“Allah’ın adaletinin keskinliği” ile özdeşleştirmişlerdir.
Ayrıca değerli nesneler arasında kabul gören obsidyenbazı dönemlerde para yerine geçmiş, el işçiliğiyle işlenerek okve mızrak ucuna dönüştürülmüş bazen bir deve ya da birkaç koyunla takas edilebilecek kadar kıymetli sayılmıştır. Antik toplumlar için obsidyen çoğu zaman savaş, savunma, kutsallık ve estetik anlamları barındırdığından hem ihtiyaç hem de statü göstergesi olmuştur.
Doğu Anadolu volkanik kuşağı üzerinde yer aldığındanSüphan, Tendürek ve şehre adını veren Ağrı Dağı’nınvolkanik kütlelerinin etkisiyle obsidyen taşı saçılıvermiştiretrafa. O yüzden bölgede adım adım gezerken toprağın arasından başını çıkaran obsidyenlere rastlarım. Buralarda ilkçağlardan beri yaşayan halklar da bu taşa rastlamış olmalardırki yaptıkları ticaretin başlıca ürünleri arasında gelmektedir obsidyen taşı.
Ayrıca Ermenistan ve İran'a açılan doğu ticaret yolu üzerinde yer alan şehrimizden hareket ederek uzak diyarlara tarih boyunca taşınan taşlardan biridir obsidyen taşı. Çocukluğumu buralarda geçirmiş olsaydım, dağda bayırda gezerken her defasında ceplerime doldurduğum obsidyenlerledönerdim eve. Onları saatlerce inceler onlardan koleksiyonlar yapardım kendime.
Tarihin çok eski çağlarından beri oluşumunu sürdüren ve devamlı her iklimde yağmura, kara, güneşe, fırtınaya, ılık ılık esen rüzgâra göre form değiştiren ve gelişimini toprak altında sürdüren daha nice taşlar var; kristaller, quartzlar, bazaltlar, jasperlar, akikler (agat), ametistler, kalsedonlar, peridotlar (olivin) var bu coğrafyada.
Hani buradan başka şehirlere giderken bir şeyler götürmek ve götürdüklerimizi hediye etmek isteriz de baldan başka bir şey bulamayız ya!.. Neden bu adını saydığım taşlardan; yüzük, kolye, tespih, kemer tokası, nazarlık, saat ve binimum süs eşyaları yapılmıyor? Mide ağrılarına, kas spazmlarına ve ruhsal gerilime şifa olduğu düşünülen bu taşlar neden bileklerimizi süslemiyor? Neden bu taşlardan oyularak ilmek ilmek Ağrı Dağı motifleri işlenmiyor? Neden bu taşlara Ağrı’nın ozanlarının sözleri aktarılmıyor?
İnsanoğlunun kendi karanlığıyla yüzleşmesini toprak altında sıkışmışlık hissiyle yaşamını idame ettiren, daha öncesinde hiç kimse tarafından fark edilmemiş taşlara benzetirim. Yüzleşme başlarken ağızdan keşkeler, ahlardökülür; derin derin alınan nefesler bir yandan tutulurken öte yan bir solukta dışarı verilir. Her birimizin anlatacak onlarca belki de yüzlerce hikâyesi vardır. Obsidyen taşları da böyledir. Gün yüzüne çıkarıldıklarında onları dile getirecek ustalarınınbir an önce gelmesini beklerler.
Karanlık camın içinde gizlenen ışık gibi, sanatsal yetileresahip şehrimizin yetenekli gençlerini, lavın hüzünle eritip gözyaşına dönüştürdüğü bu bereketli topraklardan çıkarılan obsidyen taşlarını, şekillendirdiği atölyelerde istihdam edilmiş olarak görmeyi diliyorum.